22 Ağustos 2012 Çarşamba

Çanakkale Kabatepe Orman Kampı


Bayram tatilini geçirmek üzere planlar yaparken bir sürü seçeneğin içinden Çanakkale - Kabatepe orman kampına gitmeye karar verdik. Toplamda 4 kişiydik ve sadece benim kamp tecrübem vardı. Bilgilerim ve tecrübelerim doğrultusunda listemizi ve alınacakları netleştirdikten sonra heyecan içinde yola çıkacağımız günü beklemeye başladık. Karar vermiştik; 18 Ağustos cumartesi sabahı saat 03.30'da yola çıkmak üzere sözleştik.

Sözleştiğimiz üzere, tam vaktinde, saat sabah 03.30 itibariyle İstanbul'dan yola çıktık. Amacımız yaklaşık 4- 4,5 saatlik bir yolculuk yapıp orman kampına varmaktı.

Orman Kampı girişi
Tam hesapladığımız gibi saat 9.30'da kampın girişine vardık. Kamp'ın girişi Kabatepe-Gökçeada feribotu iskelesinin giriş kapısının hemen 20 m gerisinde olduğu için ciddi anlamda bir feribot kuyruğu vardı. Kah karşı şeritten kah izin isteyerek aralardan geçip kapısına vardık. Girişte bizden önce gelen 4 arabayı bekledik çünkü içerideki elemanlar yerleştirme yapıyorlar ve yığılma olmaması için sizi kapıda bekletiyorlar. Bence güzel bir uygulama, böylelikle içeride yığılma ve curcuna olmuyor. Girişte parsel yerine para ödüyorsunuz. Bir parsele iki çadır kurulabiliyor. Parsel ücreti 30 tl, iki çadır gittiğinizde bu ücret yarıya düşüyor. Bu da çok ekonomik bir konaklama yapmanızı sağlıyor. Çadır yerinizi öğrendikten sonra -bence- yapmanız gereken ilk iş hemen bir piknik masası kapmak olmalı. Kalabalık bir ekipseniz yemekleri çok daha rahat yersiniz. nitekim biz de aynısını yaptık ve hemen bir piknik masası edindik. Çadır yerlerinde elektrik kutuları mevcut. İçlerinde 2 adet priz bulunuyor. Benim tavsiyem yanınızda en az 15 metrelik 2 tane uzatma kablosu bulunsun, elektrik kutuları uzakta kalırsa birbirine eklemek zorunda kalırsınız. Zaten girişte size ucunda sadece duy bulunan 10metrelik bir kablo veriyorlar (bunun için girişte 20 tl kapora alıp, çıkarken kaporanızı iade ediyorlar). Sizin yapmanız gereken sadece ampul almak.

Kamp yerimiz
Çadırları kurduktan sonra en yakın yer olan Eceabat'a alışverişe gitmeye yeltendik. Yeltendik diyorum çünkü kamptan çıkmamızla bütün trafiğin altını üstüne getirmiş kabatepe-gökçeada feribot kuyruğunu görmemiz bir oldu. İlk deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu arada kampın içinde ufak bir market var. Genel ihtiyaçlar (ekmek, su, kola vb.) buradan karşılanabilse de daha spesifik (mangal kömürü, ip vb) ihtiyaçlarınız için mutlaka Eceabat'a gitmeniz gerekiyor. Bunun üzerine biz de "madem trafik kötü o zaman biz de denize gidelim bari" dedik.



Ormanın içinden geniş bir kumsala çıkıyorsunuz. İner inmez sağınızda feribot iskelesini görebiliyorsunuz. İsterseniz havlunuzu kumların üzerine serebilirsiniz. Yok ben şezlong dışında başka bir yerde yatmam diyorsanız biraz ileride büfenin hemen önünde günlüğü 4tl'ye şezlong ve yine günlüğü 4 tl'ye şemsiye kiralayabilirsiniz. Ancak sayı az olduğu için kalabalık günlerde ya erken davranmanız lazım ya da başka yollar bulmanız gerekiyor.

Deniz gayet temiz ve az dalgalı. İlk girişte biraz soğuk olsa da sonra alışıyorsunuz. Girdiğinizde önce dizlerinize gelen su biraz ilerlediğinize  bileklerinize geliyor sonra da derinleşmeye başlıyor. Kiralama yaptığınız büfede pide, patates kızartması meşrubatlar, dondurma bulunuyor. İçeride alkol satışı yasak ama dışarıdan getirip içerseniz (tabii ki kimseyi rahatsız etmeden) kimse sorun çıkartmıyor. Kola 2 tl pideler 7 tl.

Kamp tamamen çam ağaçları ile kaplı olduğundan dolayı yerde ateş yakmak yasak (kumsalda serbest) ama mangal, kamp ocağı, tüp yakabiliyorsunuz. Tabii ki kontrollü olmak şartı ile.

Denizden döndükten sonra ikinci kez Eceabat'a gitmek üzere şansımız denemeye karar verdik. Feribot kuyruğu nispeten daha da azalmıştı. Tam "yaşasın rahat rahat gideceğiz derken" ikinci kez hayal kırıklığına uğruyoruz zira eceabat'tan çanakkale'ye geçmek isteyenlerin oluşturduğu kuyruk kabatepe sapağını bile geçmiş neredeyse 2,5 - 3 km'lik bir kuyruk oluşturmuştu. Bu sefer aralardan geçme ya da ters yöne girme şansımız bile yoktu. Tam çaresizce geri dönmeye karar vermişken birisi "arkadan bir yol var, kuyruğa takılmadan eceabat'a gidersiniz" dedi. tam yerini öğrendikten sonra geri döndük ve tam da adamın dediği yerden girdik. Bu yol toprak bir yol ve bir kısmı -maalesef- çöplüğün içinden geçiyor. Açıkcası tarihi yarımadanın içinde böyle bir görüntüye maruz kalmak beni inanılmaz rahatsız etti ve üzdü. Belki de o çöplerin altında hala orada savaşmış askerlerimizin ya da Anzak askerlerinin kemikleri var. Gerçekten kötüydü.

Çamların altında akşam yemeği
Arka yoldan Eceabat'a ulaştık. Gerçekten, söylendiği gibi, neredeyse tam da içine girdik. Hiç vakit kaybetmeden alışverişimizi yapıp kampa geri döndük. Gittiğimizde mini buzdolabımızda gelmişti, nevalemizi yerleştirip mangalı yakmaya başladık. Yemeğimizi yedikten sonra ortalığı toparladık ve fotoğraf makinelerimizi, kafa fenerlerimizi alıp sahile indik. Hava açık ve az rüzgarlı olduğu için yıldızlar çok netti hatta samanyolu  bile çok belirgin bir şekilde üzerimizden geçip gidiyordu. Etraf kalabalık olmadığı için kimseyi rahatsız etme kaygımız olmadan rahat rahat hareket edebildik. Bu arada fotoğraf çekenler için not; sahil yıldızları çekmek ve ışıkla boyama yapmak için ideal, fotoğraf makinanınızın kumandası mutlaka yanınızda olsun.

Günün yorgunluğu ile hepimizin erkenden uykusu geldi. Hafif bir rüzgar ve doğanın sesini dinleyerek uyumak üzere çadırlarımıza çekildik. Erken kalkmış olmak, yol ve denizin de etkisiyle hemen uykuya daldık.

Ertesi gün hepimiz erkenden uyandık. Ekibin bir kısmı yüzünü yıkamak üzere ortak tuvaletin yolunu tutarken diğer kısımda kahvaltı hazırlıklarına başladı. Bu arada ekibe katılmak üzere yolda olan 2 kişiyi daha beklemeye başladık. Onlar da geldiğinde artık ekip tamamlanmış kahvaltıya başlanmıştı. Enfes ezine peyniri, çanakkale domatesi ve kızarmış ekmek eşliğinde muhteşem bir kahvaltı yaptık. Hemen sofrayı topladık ve sahilin yolunu tuttuk.

Altan hamak keyfi yaparken :)
Sahil bir önceki güne nazaran daha kalabalıktı. Günübirlik gelenler önemli bir çoğunluğu oluşturuyordu. Ama rahatsız edici bir kalabalık yoktu. Plaj voleybolu, denizde voleybol ve yüzme derken güneş iyice tepemize çıktı. Sıcağın verdiği rahatsızlıkla çadırlarımıza gidip patates bira yemeye karar verdik. Önceden soğutmaya bıraktığımız biralarımız dolapta bizi bekliyordu. Patateslerimizi alıp hemen çadırlarımızın yanına gittik ve biralarımızı açıp sohbete başladık. Alkolün, yorgunluğun ve güneşin de etkisiyle hepimize bir uyku bastırdı. Herkes çadırına çekilirken ben hamağa geçtim. Hayatımda uyuduğum ender güzel uykulardan birini uyudum. İnanılmaz keyifliydi. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim; kamp kalabalık olmasına rağmen rahatsız edici bir gürültü ya da uğultu yoktu. Belki de biz biraz daha kenarda olduğumuz için gürültü bize gelmedi, bilemiyorum.

Herkes uyandıktan sonra biraz kendi halimizde takıldık ve ufak ufak mangalı yakmaya karar verdik. Bu akşam ki planımız hazırlıklı bir şekilde içkilerimizi alıp sahile inmek, yıldızları seyrederken sohbet etmekti. Nitekim mangaldan sonra vakit kaybetmeden içkilerimizi alıp sahile indik. Fotoğraf, sohbet içki derken serin havanın etkisiyle hanımlar üşümeye başladı. Ertesi günün planını yaptık; Erkenden kalkıp feribotla Gökçeada'ya gidecektik. Bunun içinde vakit kaybetmeden yatıp dinlenmemiz gerekiyordu. Hemen toplandık ve çadırlarımıza çekildik.

360 derece kamp yerimiz :)

Ertesi sabah erkenden kalktık. Kahvaltılıklarımızı hazırladık ve feribota binmek üzere ormandan çıktık. Çıkar çıkmaz feribota bineriz diye düşünürken sırayı görmemiz kısa süreli bir şok ve hayal kırıklığı yaşamamıza sebep oldu. Neyse ki çabucak atlatıp sıranın sonuna geçtik. Biz sıradayken bir tane arabalı vapur doluyordu dolayısıyla sıra da yavaş ilerliyordu. Ama kısa bir süre sonra vapur doldu ve biz de beklemeye başladık. İkinci şoku burada yaşadık çünkü bir sonraki feribot saat 10'daydı. (en azından bize öyle söylenmişti) Saat daha 8 bile olmadan vapur kalkmıştı. Ne yapsak ne etsek derken bir baktık ki daha büyük bir feribot iskeleye yanaştı. Tamam dedik, buna bineriz. Sıra yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Artık iyice feribot'a yaklaşmıştık ki o da ne! bilet almamıştık. Neyseki Mert hemen koştu ve biletlerimizi aldı ve rahat bir şekilde feribota bindik. Kahvaltı etmediğimiz için hepimiz açtık. Hemen kendimizi uygun bir yer bulduk ve sabah aldığımız ekmeklerin arasına domates peynir koyup karnımızı doyurmaya başladık. Kahvaltı faslından sonra Altan ve ben fotoğraf makinalarımızı çıkarıp çekim yapmaya başladık. Böylece yaklaşık 1,5 saat süren yolculuk nasıl geçti anlamadık bile.
Kabatepe - Gökçeada Feribotu

İskeleye yanaşırken arabalara bindik, feribotun ön kapağı açıldı ve işte Gökçeada'dayız. :)

...

Akşam 20 feribotu ile dönmeye karar verdik. Biraz hayal kırıklığının yanında, Yakamoz restoran'da yediğimiz muhteşem yemekten sonra feribot'a binmek üzere yola çıktık. Bu sefer biletlerimizi önceden aldık ve beklemeye başladık. Sıra ilerliyor, feribot yavaş yavaş doluyordu. Bir anda sıra durdu. Önümüzde sadece 2 araba vardı ve eğer bu feribota binemezsek en az 2 saat kaybedecektik ki bu da yolculuk süresi ile birlikte nereden baksan 4 saat'i bulacaktı. Bulunduğumuz yerden feribotun içini görebiliyorduk ama ne kadar arabalık yer kaldığını kestiremiyorduk. Bir araba iki araba derken Mert ve Elif'in içinde bulunduğu arabayı aldılar ve zafer! işte biz de içerideydik. Bizden sonra iki araba daha binebildi ve sonra da zaten kapakları kapattılar. Feribot Kabatepe'ye doğru hareket etmeye başladı.

Kampa vardığımızda içkilerimizi açtık, masamıza kurulduk ve eğlenceli bir şekilde oyun oynayıp yatmaya gittik.

Artık tatilimizin sonuna gelmiştik. Sabah erkenden toplanıp önce Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezini gezdik sonra da İstanbula doğru yola çıktık.

Keyifli bir kamp olmuştu. Genel olarak kamp hakkındaki tek olumsuz düşüncem tuvaletlerin ve duşların pisliğiydi. Bir de üzerine su kesintisi gelince iyice keyif kaçıran bir hale dönüştü.

Ama bunu da çok fazla dert etmedik ve bir sonraki kamp faaliyetinde görüşmek üzere sözleştik. Herkes kamp olayından çok keyif almıştı. Sırada Bolu Aladağ Göleti var :)

22.08.2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder